Birden Çok Evlenmek 1) Birden fazla evliliği zaruri kılan sebepler 2) Birden fazla evlenen kimseye düşen görevler 3) Hz. Muhammed'in çok evliliği 4) Peygamberimiz çok kadınla niçin evlenmiştir? 5) Peygamberimizin evlendiği hanımları ve onlarla evlenme sebepleri 6) Cennet'te çok evlilik. Yüce Allah buyuruyor ki: «Kadınlar arasında ne kadar adâletli davranmaya çalışsanız, eşitlik yapmanız mümkün değildir. Fakat onlardan birine tamamen gönül verip diğerini askıdaymış gibi bırakmayın. İşleri düzeltir ve haksızlıktan sakınırsanız bilin ki Allah şüphe yok ki çok bağışlar ve çok merhamet eder.» (Nisâ, 129) Peygamberimiz (S.A.S) buyuruyor ki: «İki zevcesi olan bir erkek zevcelerinden birine fazla meyleder (diğerini ihmal eder) se, kıyâmet gününde bedeninin bir tarafı çarpık olarak haşrolunur.»
Islam’da evlilik ve aile hayatı - abdullah aydın (on ikinci bölÜM
-
aysyzgije
12 years ago
- BİRDEN FAZLA EVLİLİĞİ ZARURİ KILAN SEBEPLER
1 - Kadının yaratılıştan cinsî iktidarsızlığa maruz bulunduğunun ortaya çıkması.
2 - Kadının kadınlık görevini yapmasına engel bir hastalığın bulunması.
Batılı doktorlar bu hususta şöyle diyorlar:
«Taaddüd-i zevcat nüfusun sayı bakımından olduğu kadar kalite yönünden de kemâle ermesine hizmet eder. İlk zevcenin hastalıklı veya kusurlu olması, ikinci zevcenin daha itina ile seçilmesi neslin temizlenmesine yardım eder. Hangi zevce daha sağlam ve hastalıktan sâlim ise onunla neslin üremesi temin edilir. Bir kadın senelerce gebe kalmazsa, ne yapılırsa yapılsın aşı yapılamaz. Âdeta meni-hayvancığı-yumurtayı beğenmez. Halbuki aynı erkek o müddet zarfında, olgun yumurtalı bir çok kadınları aşılayabilir. Diğer taraftan kadın için de kâr vardır. Bir rahim ne kadar dinlenirse yumurtaları o derece kemâle erer. Bir kadının dinlene dinlene gebe kalması doğacak çocuğun kuvvetini temin eder. Diğer taraftan bir kadın ne kadar az cinsî münâsebette bulunursa rahim ve yumurtalık hastalıklarından o kadar sâlim olur.»
Ve kadına müzmin bir hastalık yahut mide hastalığı yahut öyle tiksindirici durumda olur ki, onunla evlilik münâsebetlerini devâm ettirmek mümkün olmaz. Erkek burada iki durum karşısında kalmıştır: Ya onu boşayacaktır. Bu vefakârlığa, insanlığa, şerefine asla yaraşmaz. Aynı zamanda hasta kadına ihanet, tahkir durumu vardır. Ya da onun üstüne evlenecek ve onun harem-i ismetinde kalacaktır. Onun da bir zevce gibi hakları olacak, muhtaç olduğu ilâç temin edilecektir. Şüphesiz bu durum, kadın için daha şereflidir. Kocaya da yaraşan bir borçdur.
3 - Kadının kısır olması.
Çocuk sevgisi, insanda fıtrî bir duygudur. Bu duygunun önüne de ancak iki yolla geçilebilir. O da erkeğin kısır karısını boşaması ya da üzerine evlenmesi. Evlenmek, boşanmaktan daha hayırlıdır.
Tecrübeler göstermiştir ki genellikle kadınlar boşanmaktansa ortak ile beraber evliliği sürdürmeyi tercih ediyorlar.
4 - Kadın erkeğe nazaran 10-20 sene daha çabuk ihtiyarlar. Bu devrede de çocuk istenmesi birden fazla evliliği zaruri kılar.
5 - Kadın erkekten çok yaşlı olunca zamanla erkek daha genç kadın ihtiyacını duyabilir ve dengesiz bir durum ortaya çıkabilir.
6 - Harpler dolayısıyla kadın nüfusu erkek nüfusundan fazla olur ve ahlâksızlığı önlemek için de birden fazla evlilik zarur î hale gelir. II. Dünya Savaşı'nda Alman kadınlarının düştükleri acıklı hal, bunun açık misalidir. O harpte dul kalan Alman kadınlarının erkeği bol olan Alaska'ya gönderilmesi, medenî bir insanı sadece düşünmekle koymuyor, birazda hüzün ve elem vererek bugünün dünyasındaki, medeni sayılan insanların çok acı ve elîm durumlarını bize açık olarak gösteriyor.
Nitekim teklif edildiği gibi eğer Almanya o tarihte birden fazla kadınla evlenebilir diye bir kanun çıkarmış olsa idi, kendisini o fecî ahlâksızlıktan kolaylıkla koruyabilirdi.
Meşhur Fransız düşünürü Vottaire der ki:
«Ey ahmak câhiller! Sizler diğer câhillerin sözlerine aldanarak İslâm dininin şehvanî olduğunu sanıyorsunuz. Bu iddianız yanlıştır. On sekiz kadın almaya; alışmış bir memlekette on dördünü boşatır dörde indirirse, böyle bir dine vahşet dini, demekte nasıl, cesaret edersiniz. Birden fazla kadın almak usûlü, insanlığın yaratılışının gereğidir, İslâmiyet bunu sınırlandırmıştır.
Meşhur edebiyatçılardan Victor Margerit te II. dünya savaşı sonunda Fransa'nın uğradığı nüfus kıtlığına parlamentonun dikkatini şu sözleriyle çekmek istiyordu: «On sekiz milyon Avrupalı kadın, kocaları öldüğü, için tek evlilik usulünün hodbinliğine kurban olarak bekâr hayatının iktisadî ve ahlâkî sefâletine mahkûm oluyorlar.»
Bugünkü Avrupa'da kadın bolluğunun yarattığı ahlâksızlık hudut tanımamaktadır. Bir erkeğe dört kadın düşer ve evlenme de tek zevcat ile sınırlandırılırsa, muhakkak ki gayri müslimler için ahlâksızlık hudut tanımaz.
7 - Maddî bakımdan zengin ve cinsî bakımdan da güçlü olan kişilerin sosyal ruhî ve fizikî zorlamalar altında bir kadınla yetinmesinin çeşitli buhranlar doğurması.
8 - Âdet-Lohusalık ve gebeliğin son devresinde münâsebetin hem tıbben ve hem de şer'an yasak olması.
9 - Madden zayıf ve geçimini temin edemeyecek durumda olan yetim, dul ve yaşlı kadınların bir âile içinde himaye altına alınmalarında büyük zaruretler vardır.
İslâm Dini, Taaddüd-i Zevcata Neden izin Vermiştir?
İslâm dininin, taaddüd-i zevcata ruhsat vermesinin mutlaka birtakım hikmetleri vardır.
Bunlar da:
1) Ferdi ve içtimaî zaruretleri gidermek.
2) Ahlâkı yükseltmek dolayısıyla da temiz nesil yetiştirmek.
3) İnsanların yaratılışları gereği zayıf olmaları sebebiyle onları günâhtan korumak. Görülüyor ki, birden fazla iki, üç ve nihâyet dört kadınla evlenmek mutlaka yapılması gereken farz, vacip kabilinden bir emir değil, zinadan kaçınma zaruretine bağlı bir müsaadedir. Fakat bu müsaade de adâletle şartlanmıştır. Kur'ân'a göre esas olan tek evliliktir. Ancak fevkalâde haller göz önüne alınarak, istisna bir tedbir olarak kabul olunmuştur.
-
aysyzgije
12 years ago
- BİRDEN FAZLA EVLENEN KİMSEYE DÜŞEN GÖREVLER
1 - Kadınlar arasında adâlet ve eşitliğe riâyet etmek. Bu hususta kız ile dul, eski ile yeni, müslim ile kitab ehli, hasta ile sıhhatli, akıllı ile kendinden korkulmayan mecnun ve temiz ile hayızlı arasında fark yoktur, nikâh yönünden eşittirler.
2 - Erkek âileleri için belirli gün ve geceler tayin etmeli ve her birine nöbeti olduğu zaman gitmelidir. Bu zamanın uzun olmaması daha iyidir.
3 - Kadınlardan birinin zamanını azaltmak için mihrini azaltmak veya vereceği malı almak câiz olmaz. Çünkü bu bir çeşit rüşvettir ve diğer zevcenin hakkına tecavüzdür.
4 - Erkek, bir kadının nöbetinde başka karısının nöbetine girmemeli ve nöbeti olandan başkasıyla cinsî münâsebette bulunmamalıdır. Ancak zaruret halinde gündüzün veya hasta olduğu zamanlarda görmesinde sakınca yoktur. Hastalığı geçinceye veya vefat edinceye kadar yanında kalabilir.
5 - Eşitlik erkeğin hastalanmasıyla değişmez. Meselâ erkek hastalığı zamanında bir zevcesinin yanında ne kadar kalırsa iyileştikten sonra diğer zevcesinin yanında da o kadar kalması gerekir. Eğer karılarının bulunmadığı bir evde hastalanacak olursa, sırası gelen karısını yanına çağırır.
Resûlullah hastalandığı zaman diğer zevcelerinin Hz. Aişe'nin yanında kalmalarına izin vermişti.
6 - Erkek, iki karısını aynı anda bir evin odasında beraber oturmaya zorlayamaz. Ancak başka başka kilitli odalarda oturtabilir.
Hülasâ: Erkek zevceleri üzerinde her bakımdan adil davranmaya mecburdur. Buna
riâyet etmeyen erkek karısı tarafından mahkemeye verilir ve adil davranmaya mecbur edilir.
Peygamberimiz (S.A.S) buyuruyor ki:
« İki zevcesi olan bir erkek zevcelerinden birine fazla meyleder (diğerini ihmâl eder) se kıyamet gününde bedeninin bir tarafı çarpık olarak haşrolunur.»
Erkek elinde olmayarak zevcelerinden birini kalben daha fazla sevebilir. Bunu diğer hanımlarına belli etmedikten sonra bu sevgisinden dolayı sorumlu tutulmaz.
8 - Bir kimsi evlendiği dul bir kadın üzerine ikinciye kız alacak olunsa kadınlar arasındaki nöbet yedi günden sonra başlar. Eğer ilk evlendiği kız ise ve bunun üzerine dul kadın alırsa onun yanında üç gün durur ve ondan sonra nöbet başlar. Bu Resûlullah'ın sünnetindendir.
Ebû Bekir b. Ahdurrahman anlatıyordu ki:
Resûlullah, Ümmü Seleme ile evlenip zifafa girdiğinde, zifaf müddeti sonunda Resûlullah onun yanında üç gün durur ve ondan sonra nöbet başlar. Bu Resûlullah'ın sünnetindendir.
Ebû Bekir b. Abdurrahman anlatıyor ki:
Resûlullah, Ümmü Seleme ile evlenip zifafa girdiğinde, zifaf müddeti sonunda Resûlullah onun yanından ayrılmak isteyince Ümmü Seleme Resûlullah'ı elbisesinden tuttu. Resûlullah da bunun üzerine şöyle buyurdu:
«İstersen senin yanında daha çok kalır ve bunu nöbetine sayarsın. Çünkü evlenme hakkı kız için yedi, dul için üç gündür.»
Enes b. Mâlik diyor ki:
«Bir kimse dul üzerine kızla evlenince ilk yedi günde onun yanında kalırdı. Bâkire kız üzerine dul bir kadın aldığı zaman ise üç gün onun yanında kalırdı.»
-
aysyzgije
12 years ago
- HZ. MUHAMMED'iN ÇOK EVLiLiĞi
Münafıklar ve çarpık kafalı sapıklar, Resûlullah efendimizin çok evliliğini dün ve
bugün tenkid konusu yapmışlar ve yapmaktadırlar da...
Hz. Muhammed'i şehvetine tutkun bir insan gibi göstermeye kalkışmak kimsenin kârı değildir. Bilindiği gibi Peygamberimiz yirmi beş yaşına kadar hiç evlenmemişti. İçinde yaşadığı bölge ikliminin ve toplumun durum ve yaşayışı (ki biraz değineceğiz) göz önüne getirilecek olunursa, onun bunca zaman tertemiz bir hayat sürmesi, şehvetine düşkün olmadığını gösterir. Yine yirmi beş yaşından elli yaşlarına yakın uzun bir zaman nâmûs ve dürüstlüğü ile kendisinden yaşça çok büyük olan Hz. Hatice ile evlilik hayatını sürdürmüş oluşu ve akabinde 4-5 sene yine büyük bir iffet duygusu içinde bekâr yaşamış olması da onun şehvet düşkünü olmadığını gösterir. Peygamberimizin çok kadınla evliliği elli üç yaşında iken başlamıştır. Bu dönemden sonra da şehevi arzu ve isteklerin durakladığı bu yaşlarda bir insanın hele Peygamberliği evrensel olan en son Peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.)'in çok kadınla evlenmesi, nefsânî arzularının esaretine girmek ile izah edilemez; tersine burada bir çok hikmetler aranır ve aranmalıdır da.
Hz. Muhammed (S.A.V.)'in söz ve hareketleri, durum ve tutumları, dâima ilhamını dinden alırdı. Ne söylerse, ne yaparsa Allah emrine uygun olurdu. Bu nedenle Peygamberimizin söz ve hareketleri bizim için uyulması gereken bir kaidedir.
Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
«Ben aranızda öylesine değerli iki şey bıraktım (ki, ona sadâkatla sarıldığınız müddetçe) doğru yolu bırakıp küfür yoluna sapmayacaksınız.»
a) Allah'ın kitabı olan Kur'an-ı Kerim,
b) (Hadislerle belirtilen) sünnetim.
Allah'ın kitabı olan Kur'an ve benim yolumu gösteren hadisler, kıyamet günü, havuzun kenarına gelinceye kadar, birbirinden ayrılmazlar. Çünkü bunlar birbirlerini açıklayıcı ve tamamlayıcı olarak birbirlerinin aynısıdır.»
Hz. Muhammed gerek sosyal hayatta, gerekse mânevî sahada örnek alınacak yegane insandır.
Peygamberimiz (S.A.V.)'in yaşadığı bölgenin Sosyal ve Dini Durumu:
Hz. İsa'nın doğumundan altı asır geçmiş, bütün dünya görülmedik bunalımlar yaşıyor. Bu devirde insanlık semalarını olanca karanlığıyla küfrün buLûtu kaplamıştır. Bu devirde Arabistan'da tam mânâsıyla câhillik hüküm sürüyordu. Okur yazar sayısı yok denecek sayıda azdı. Kin, haset, buğz, tezvir ve iftira makineleri olanca gücüyle çalışarak ayrılık tohumlarını saçıyordu. Bu yüzden kabileler arasında devâmlı geçimsizlik heran bir çatışmaya götürecek çapta yıkıcı anlaşmazlıklar vardı. Medeniyetten yoksun olan Araplar dağınık bir halde yaşıyordu. Ve daha kötüsü başka milletlerin boyunduruğu altında bulunuyorlardı.
Bazı kabileler ise yeni doğan kız çocuklarını uğursuzluk saydıkları için, diri diri toprağa gömmekten zerre kadar vicdan azabı çekmezlerdi. Putlara tapmak, istenilen sayıda kadınla evlenmek ve kadınlara zulüm etmek o zaman gâyet normal sayılırdı. Özet olarak araplar, millî birlik ve beraberliği sağlayacak, kendilerini medenîleştirecek, hak yolu gösterici ne varsa, hepsinden uzak ve mahrumdular. İşte İslâm güneşi böyle bir zamanda doğdu. Ve Peygamberimiz işte böyle bir toplumu ıslah etmeye ve eğitmeye görevliydi.
Muhakkak ki bu da bir kılıç darbesiyle yapılacak iş değildi. Böyle bir toplumu ve
dünyayı içinde bulunduğu küfür ve ahlâksızlık karanlığından kurtarabilirdi.
Peygamberimiz de ilâhî emirlerin ışığında işe başladı.
İlâhî emir ve yasakların, toplumun maddî ve mânevî ihtiyaçları hesap edilerek zaman ve yer göz önünde bulundurularak gelmiş, benimsenip uygulanmasını
kolaylaştırmıştır. Bilindiği gibi ilâhî emir ve yasaklar bir anda gelmemiştir. Kur'anı Kerim yirmi üç senede tamamlanmıştır. Yüce Allah, insanların durum ve ihtiyaçlarına bakarak zaman zaman âyetlerini göndermiştir.
İslâmiyet, insanların yaratılışlarına, kabiliyetlerine, ahlâk ve olgunluklarına göre
yeni bir düzen getirmiştir.
-
aysyzgije
12 years ago
- Peygamberimiz (S.A.V.) Çok Kadınla Niçin Evlenmiştir?
Peygamberimizin çok kadınla evlenmesinin dini yönden ve toplumlar arası ilişkiler açısından pek çok sebepleri vardır.
Daha önce belirttiğimiz gibi, Peygamberimizin çok evliliği, hayatının son yıllarına rastlar. Bu konu ile hükümler geldiğinde Peygamberimiz zaten çok kadınla evli bulunuyordu. İlâhi hüküm müslümanlara en çok dört kadınla evlenme sınırını getiriyordu. Buna göre müslümanlar dörtten fazla hanımlarını boşamak zorundaydılar. O sırada dokuz kadınla evli bulunan Peygamberimize özel hak tanındı. Muhakkak ki bunun hikmeti, Peygamberimizin çok kadınla evlenmesindeki sebebe dayalıydı.
Bütün müslümanların anaları hükmünde olan Peygamberimiz (S.A.V.)'in hanımları, onun dışındaki söz ve hareketlerinin takipçisi idiler. Peygamberlik tebliğatı, taşınılması zor olan bir vazifeydi. Peygamberimiz (S.A.V.)'in bu zor vazifeyi yerine getirmesi için bir çok hanım arkadaşa ihtiyaç vardı. Şöyle ki:
Evliliklerin, âileler ve toplumlar hattâ milletler arasındaki birleştirici, kaynaştırıcı rolünü herkes bilir. Bu nedenle çeşitli kabilelerden kadınlarla evlenen Peygamberimiz, bütün kabilelerle yakınlık kurmuştur. Herkes bu yakınlıktan cesaret alarak cesaret alarak Peygamberimize ısınıp yanına geliyor, ondan dinin hükümlerini emir ve yasaklarını öğrenme fırsatını bulabiliyordu.
Kadınlarla, onların gizli halleriyle ilgili olan emirleri ve yasakları vardır. Bu hükümlerin açık ve seçik olarak açıklanabilmesi için bir çok kadın tiplerine ihtiyaç vardır. Erkeklere açıkça, sorulamayan konular vardır. Utancından bunları sorup öğrenemeyen kadın, ancak yine kendisi gibi olan bir kadından sorup öğrenebilir. Hz. Peygamberin mahrem hayatının gizliliklerine vâkıf olan hanımları, bu görevi üstlenerek yerine getirmiş, diğer kadınların yol göstericileri olma derecesine ulaşmış oldular.
-
aysyzgije
12 years ago
- Peygamberimizin Evlendiği Hanımları ve Onlarla Evlenme Sebepleri: Hz. Hatice (radiyallahü anhüma):
Resûlullah efendimizin ilk hanımı Hz. Hat ice'dir.O zaman Peygamberimiz 25 yaşında, Hz. Hatice de 40 yaşında dul, zengin, soylu, yüz ve ahlâk güzelliğinde nam salmış bir kadındı. Peygamberimizin Hz. Hatice'den iki oğlu ve dört kızı oldu. Hz. Fatıma'nın dışında kalan çocuklar, Peygamberimizin sağlığında vefat ettiler.
Peygamberimiz (S.A.V.), Hz. Hatice anamız ölünceye kadar üzerine evlenmediler. Onu her zaman sevip gönlünü hoş tutmuştur.
Hz. Hatice sevgili Peygamberimizin hizmetinde tam yirmi dört sene beş ay sekiz gün bulundu. Bu sürenin on beş senesi Peygamberimiz (S.A.V.)'e Peygamberlik gelmeden öncesine rastlar. Resûlullah efendimize kırk yaşında iken Peygamberlik geldiğinde, Hz. Hatice hemen îman etmiş, ilk müslüman kadın olmuştur.
Peygamberimizin Hz. Hatice ile olan evliliklerinde tatsız en ufak bir olaya rastlanmaz, örnek alınacak bir âile yuvasıydı. Hz. Hatice tüm servetini, varlığını İslâm yolunda harcamış yüksek şahsiyetli, tüm hayatını Resûlullah'a fedâ etmiş yüce bir kadındı.
Bu yüzden Peygamberimiz vefatından sonra da onu iyilikle yad ederdi. Allah (C.C.) kendisinden razı olsun.
-
aysyzgije
12 years ago
- 2) HZ. SEVDE (Radiyallahü anhüma):
Sevgili Peygamberimizin ikinci hanımı Mekke'li Zema kızı Sevde'dir. Dokuzuncu atası olan Lüley'de sevgili Peygamberimizin soyu birleşir. Resûlullah efendimiz Hz. Sevde'yi, Hz. Hatice anamızın vefatından sonra nikâhlamıştır.
İlk müslümanlardan olan Hz. Sevde kocası ölmüş, elli yaşında dul kalmış bir kadındı. Hz. Hatice'nin vefatından dolayı çocuklarıyla yalnız kalan Peygamberimiz de çocuklarının bakımını üstlenen bu mümine kadınla evlendi. Peygamber efendimizin çocuklarına tıpkı bir öz anne gibi bakan Hz. Sevde müminlerin annesi olmanın şerefini ömrü boyunca hissederek yaşadı.
Hz. Sevde (R. anhüma) Medine'de vefat etmiştir.
-
aysyzgije
12 years ago
- 3) HZ. AYŞE (Radiyallahü anhüma):
Hz. Ayşe (r.a.), Hz. Ebû Bekir'in kızı olup Resûlullah Efendimizin üçüncü hanımıdır. Resûlullah Efendimiz, Hz. Hatice ebedi âhiret hayatına teşrif ettikleri zaman ondan ayrılmak kendisini çok üzmüştü. Öylesine ona bağlıydı. Ve öylesine O'nu seviyor du. Sevgili Habibi böyle üzülünce, Yüce Allah, Cennet yapraklarından bir yaprağı Cebrâil vasıtasıyla Resûlullah Efendimize gönderdi. Bu yaprağın üzerinde Hz. Ayşe'nin sûreti vardı. Cebrâil sevgili Peygamberimizin yanına geldiğinde şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Resûlü! Şanı yüce olan Hz. Allah'ın size selâmı var. O şöyle buyurur:
«Bu yaprak üzerinde sûreti olan kızı, biz sana semada iken nikâh ettik. Şimdi siz de onu yeryüzünde nikâh ediniz.» Ve Cebrâil böylece üzerinde Hz. Ayşe'nin resmi olan yaprağı Resûlullah efendimize verdi.
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz kılavuzluk eden kadınları çağırıp bu resimdeki kızın kim olduğunu sordu. Onlar da bu resimdeki kızın Ebû Bekir Sıddık'in kızı Ayşe olduğunu söylediler.
Resûlullah efendimiz Hz. Ebu Bekir'i çağırıp ona durumu şöyle anlattı:
- Ey Ebu Bekir! Yüce Rabbim, kızını semada melekler arasında bana nikâhladı. Yeryüzünde de onu nikâhlamam için bana emir buyurdu. Şimdi sen, kızın Ayşe'yi bana nikâhlamalısın.»
Sevgili Peygamberimiz böyle buyurunca, Hz. Ebu Bekir:
- Ey Allah'ın resûlü! Emrin başım üstüne. Fakat Ayşe, henüz çok küçüktür. Mübarek hizmetinize lâyık değildir.» dedi.
Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdular:
«Ey Ebu Bekir! Eğer lâyık olmasaydı Yüce Allah bana nikâhlamam için emir buyurmazdı.»
Bu söz üzerine Hz. Ebu Bekir, kızı Ayşe (Radiyallahü anh.)'ı Resûlullah efendimize nikâhladı. Evine dönünce de bir tabağın içine bir hurma koyup kızı Ayşe'ye:
- Ey Ayşe! Bu tabak ile hurmayı Resûlullah efendimizin önüne koyup ona:
«Babamdan istediğiniz budur. Bunun size yararlı olup olmadığını anlamanız için gönderdi.» de.
Bunun üzerine Hz. Ayşe, Resûlullah efendimizin yanına gelip hurma tabağını önüne koyarak babasının tembih ettiği şeyleri söyledi. Resûlullah efendimiz hurma tabağını kabul edip: «Onu kabul ettik» dedi. Bu sözü üç defa tekrarlayan Resûlullah efendimiz daha sonra mübarek ellerini Hz. Ayşe'ye uzatıp elbisesinin üst tarafını tuttu. Kendisine doğru çekip yüzüne baktı.
Sevgili Peygamberimizin bu tutumundaki gayeyi anlamayan Ayşe (Radiyallahü anh.) şöyle dedi:
- Siz ki, dünyanın Emin'dir diye şahâdet ettiği bir kimsesiniz. Sizin bu hareketiniz
ise buna aykırıdır.»
Böyle diyen Hz. Ayşe elbisesini zorla çekip babasının yanına döndü. Babası ona:
«Resûlullah'ı nasıl buldun?» diye sorduğunda, Hz. Ayşe bütün olanları olduğu gibi anlattı. Hz. Ebu Bekir, Ayşe'nin bu anlattıklarına gülümseyip:
- Ey kızım! Resûlullah Efendimiz için kötü düşünme. Çünkü sen, ona nikâhlısın. Ben, seni ona nikâhlayıp, sonra da o tabakla yanına gönderdim.» Hz. Ayşe, yaptıklarına pişman olup utandı.
Bu nikâh, sevgili Peygamberimize peygamberlik gelişinin onuncu senesi olan Şevval ayında oldu. Günlerden Cuma günüydü.
Peygamberimiz (S.A.V.), Hz. Ayşe ile evlendiklerinde İslâmiyetin durumu pek sevindirici değildi. Allah'ın emir ve yasaklarını kadınlara anlatacak, açıklayabilecek zekî ve yetenekli yanında heyecanlı bir kadın gerekiyordu. Peygamberlik müessesi için bu kaçınılmazdı.
Hz. Ayşe bütün halleriyle, aranan bu özelliklere sahîpti. Peygamberimizin bütün düşünüp arzu ettiği üstün hizmetler gerçekleşmiş oldu.
İslâm ulemâları diyorlar ki:
- Hz. Ayşe, Resûlullah efendimizin diğer zevcelerine karşın şu üç şeyle övünürdü:
a) Resûlullah efendimiz, beni bâkire olarak almıştır.
b) İlk olarak Yüce Allah, beni Resûlullah'a nikâhladı. Sonra da emri gereğince, Resûlullah efendimiz beni nikâhladı.
c) Bana iftira edenler hakkında Yüce Allah, âyeti celîle indirdi. Onları Kur'an-ı Kerim'de lânetleyerek nâmûs ve iffetliğime, şahâdet etti.»
Hz. Ayşe'nin yaşı küçük olmasına rağmen, kendisi çok zekî ve akıllı idi. Resûlullah efendimizin de Hz. Hatice'den sonra en çok sevdiği kadındı. Bilgi ve fazilette üstün bir kadın olan Hz. Ayşe, Resûlullah Efendimizin hadislerini rivâyet etmiştir.
Resûlullah efendimiz ömürlerinin son anlarında Hz. Ayşe'nin ilmini şöyle beyan etmişlerdir:
«Dininizin yarısını Ayşe'den öğreniniz.»
Hz. Ayşe, Resûlullah efendimizin hanımları arasında Hz. Hatice'den sonra en faziletli olanıdır.
Hz. Ayşe, hicretin elli yedinci senesi Ramazan ayının on yedinci salı gecesi ebedî âhiret hayatına göçmüşlerdir. Takriben altmış beş sene yaşayan Hz. Ayşe ölmeden önce, geceleyin defin olunması için vasiyet etmişti.
O Sırada Halife Mervan tarafından Medine'ye hâkim olarak tayin edilen Ebu Hüreyre, onun vasiyeti gereğince namazını kıldırıp geceleyin defnini yapmıştır.
Bu evliliğin sebebi sosyaldir.
-
aysyzgije
12 years ago
- 4 - Hz. HAFSA (Radiyallahü anh.):
Hz. Hafsa, Hattâb oğlu Hz. Ömer'in kızıdır. Hz. Hafsa, Resûlullah Efendimizle evlenmeden önce Hüzafe oğlu Huneys ile evlenmişti. Eşi Huneys, Medine'ye hicretten sonra Bedir gazasının ertesi günü vefat etmişti. Kocasının ölümünden sonra Hafsa, beklemesi gereken iddet günlerini tamamlayınca, babası Hz. Ömer, Osman (Radiyallahü anh)'a kızını alması için teklifte bulunmuştu. Bunun üzerine Hz. Osman düşünmek için bir kaç gün müddet istedi. Bu sürenin sonunda ise alamayacağını bildirince, Hz. Ömer, kızını bu sefer Hz. Ebu Bekir'e alması için teklifte bulundu. Ancak Hz. Ebu Bekir, susup cevap vermemişti. Çünkü biliyordu ki, Hz. Hafsa'yı sevgili Peygamberimiz kendisine nikâhlayacaktı.
Böylece Hicretin üçüncü senesi sevgili Peygamberimiz Hafsa'yı kendisine nikâhladı. Hz. Hafsa ile Hz. Ayşe'nin odaları birbirine çok yakındı. Bu yüzden birbirleriyle çok görüşüp konuşurlardı.
Sonradan sevgili Peygamberimiz Hafsa'yı Talâk-i ric'a (eğer tekrar isterse onu almak şartı) ile boşadı. Fakat Hz. Allah Cebrâil vasıtası ile ona şöyle ferman buyurdu:
«Eşin Hafsa, gündüzleri oruç tutup geceleri namaz kılan bir kadın kulumdur. Yüce cennetlerde ise sizin eşinizdir. Yine ona dönüp nikâhınıza alınız.»
Çok bilgili bir kadın olan Hz. Hafsa, Resûlullah efendimizden bir çok hadisi şerîfler rivâyet etmiştir.
Hz. Hafsa Hicretin kırk beşinci senesinde şaban ayı içinde altmış yaşında iken Medine'de ebedî âhiret âlemine göç etmiştir.
Bu evliliğin sebebi de sosyaldir.
-
aysyzgije
12 years ago
- 5 ) ZEYNEP BİNTİ HUZEYME (Radiyallahü anh.):
Resûlullah efendimizin beşinci eşi de Zeynep binti Huzeyme'dir. Kabilesi, Arabistan'ın en güçlülerindendir. Fakat, İslâmiyetin karşısında ve büyük düşmanı idi. Bu düşmanlığın kaldırılması, barışın sağlanmağı için çareler arandı. Bu sürtüşmenin devâmı İslâm açısından iyi değildi.
Hz. Zeynep, müslüman olmadan önce de çok merhametli ve iyilik severdi. Öyle ki «Fakirlerin annesi» diye isim verilmişti. Geniş bir çevresi ve itibarı vardı. Uhut savaşında kocası şehit olunca 30 yaşında dul kalmıştı. Peygamberimiz (S.A.V.) onunla evlenmekle kabilesini İslâm'a ısındırmayı, düşmanlıklarını gidermeyi hedef almıştı. Çünkü evliliğin âileler arasındaki birleştirici rolü, Araplar arasında büyüktür. Fakat Hz. Zeynep evlendikten üç ay sonra öldü. Resûlullah'ın, Hz. Hatice'den sonra ölümüne şâhit oldukları ikinci hanımlarıdır. Diğerleri ise Peygamberimizden sonra öldüler.
-
aysyzgije
12 years ago
- 6 - ÜMMÜ SELEME (Radiyallahü anh.):
Yapılan eziyetlere ve işkencelere dayanamadığı için Habeşistan'a, daha sonra da Medine'ye hicret etmiştir. Fakat, kocası Ebu Seleme'yi H. 4. senede Medine'de kaybedince çocuklariyle yalnız ve himayesiz kalır. Uzatılan yardım eline bir türlü evet diyemiyordu. Çünkü hiçbirisinin kocasından boşalan yeri dolduramayacağı kanaati içindeydi. Zerafet ve incelikte Hz. Ayşe'ye yakındı. Zekâ ve kavrayışta ise Hz. Ayşe'den sonar onun geldiği kabul edilir. Aynı zamanda şaire idi.
Çile ve ızdırap çeken bu nâzik kadını teselli etmek için Peygamberimiz ona evlenme teklif etti ve evlendiler. Birkaç çocuğu olan ve hayli yaşlanmış bulunan Ümmü Seleme ile olan bu evlilik sadece merhamete dayanıyordu. Yoksa bu kadar ağır bir yükün altına girmek başka bir şekilde açıklanamaz. Peygamberimizin hanımları içinde en son vefat edendir.
İslâmın büyük düşmanı olan Hz. Hâlid, akrabası olan Ümmü Seleme'nin Peygamberimizle evlendiğini duyunca yumuşadı ve müslüman oldu.
-
aysyzgije
12 years ago
- 7 - HZ. ZEYNEP (R. Anhüma):
Cahş kızı Zeynep, Resûlullah'ın hâlâsı Emine'nin kızıdır. Resûlullah Efendimiz, yedinci hanımı olan Zeyneb'i kendisine nikâhlamadan önce kölesi olup da azad ettiği ve evlât edindiği Zeyd'e nikâhlamıştı. İslâm'dan önceki devirde evlâtlığın evlâttan hiçbir farkı yoktu. Evlâtlık öz evlât gibi, onun karısı da öz gelin kabul ediliyordu.
Zeyneb'i, Zeyd'e alıp veren Hz. Peygamberdir. Bu işe kız tarafı razı değildi. Niyetlerinde, Resûlullah'a verme fikri vardı. Israr üzerine Zeyneb'le Zeyd evlendiler. Fakat bu evlilik uzun sürmedi. Zeynep, Zeyd'i kendisine denk görmüyordu. Aralarında huzursuzluklar, çekişmeler oldu. Resûlullah'ın nasihatlerine, tavsiyelerine rağmen Zeyd karısından boşandı.
Birkaç ay sonra:
«Ne zaman ki Zeyd, o kadından ayrılıp ilişiğini kesti. Biz onu sana zevce eyledik. Ki, evlâtlıkların ilişkilerini kesip boşadıkları eşleriyle evlenmekte müminlere güçlük olmasın. Allah'ın emri mutlaka yerine gelir.» mealindeki Ahzab Sûresi'nin 37. Âyeti nâzil oldu.
Böylece Resûlullah Efendimiz Zeyneb'i Hicretin beşinci yılında nikâh altına aldı. Aslında böyle bir işi yapmak yani evlâtlığının karısı ile evlenmek çok ağırdı, ama her ne pahasına olursa olsun yüce Allah'ın emri yerine gelecekti. Hz. Peygamber Zeyneb'le evlenmek sûretiyle evlâtlığın öz evlât gibi olamayacağını, karısının da öz gelin gibi kabul edilemeyeceğini, câhiliyet devrindeki bu kötü âdetin de son bulduğunu göstermiş oldu.
Zeynep (Radiyallahü anhüma):
«Benim nikâhımı âlemlerin Yüce Rabbı olan Hz. Allah kıydı. Bunu da Kur'an-I Kerimde haber verdi.» deyip övünürdü.
Zeynep, sevgili Peygamberimizin vefatından sonra geriye kalan dokuz kadından en önce vefat edendir.
Resûlullah efendimiz, bir gün temiz zevcelerini toplayıp onlara şöyle buyurdu:
«Ben ebedî âleme göç ettikten sonra içinizden ilk önce gelip bana kavuşacak olan, eli en uzun olanınız olacaktır.»
Resûlullah Efendimizin burada eli uzun diye tarifde bulunması, çok sadaka veren demektir. Peygamberimizin mecazi olarak söylenmiş bu sözünü anlamayan hanımları, Peygamberimizin ölümünden sonra birbirlerinin kollarını ölçüp kimin daha önce öleceğini anlamaya çalıştılar. Hicretin yirminci ki, (o tarih bazılarınca yirmi birinci olarak kabul edilir.) Hz. Zeynep elli üç yaşında ölünce, o zaman Resûlullah Efendimizin zevceleri, Peygamberimizin ne demek istediğini çok iyi anlamışlardı.
Zeynep Hatun, anası tarafından Resûlullah'a yakınlığı olduğu için fakirlere ve yoksullara herkesten fazla iyilikte bulunup sadaka verirdi.
Hz. Ayşe, Zeynep Hatunu överken şöyle demiştir:
- Hanımlar içinde, din bakımından en hayırlı olanı Zeynep (Radiyallahü anh.) idi. Yüce Allah'a karşı büyük bir takva sahibi idi. Sözlerinde çok doğru, akrabalarına ve yakınlarına iyiliği, onları ziyareti ise çoktu. Fakirleri ve zayıfları kendisine daima tercih ederdi. Sahip olduğu mallarını onlar için harcayıp sarfeder, hediyelerle yüzlerini sevindirirdi. Bu sadaka işinde ise herkesten daha ileri ve üstündü. Daima Yüce Allah'ın rızasına göre amel işleyip ibâdet etmiştir. Yüce Allah'a yakınlık bulmak için çok çalışıp itaat etmiştir.»
-
aysyzgije
12 years ago
- 8 - ÜMMÜ HABİBE (R. Anhüma):
Mekke'nin reisi Ebû Süfyan'ın kızı olan Ümmü Habibe Resûlullah (S.A.V. ) efendimizin sekizinci hanımıdır. Babası müslüman olmadan önce müslümanlara karşı çok mücadele vermiş azılı müşriklerdendi. Annesi Hind de yine müslüman olmadan önce Uhud harbinde Hz. Hamza'yı öldürtüp sonra da onun ciğerini deşip çiğneyecek kadar müslümanlara karşı intikam ve kin besliyordu.
İşte böyle bir âilenin kızı olan Ümmü Habibe diğer adıyla Remle, iman ederek ilk müslümanların arasında yerini almış şerefli bir kadındı. Kocası da onunla beraber müslüman olmuştu.
Mekke'deki müşrikler, müslümanlara dayanılmaz eziyet, işkence ve hakaretlerde bulunduklarından, Habeşistan'a göç eden müslümanların safında kocasıyla beraber hicret etti. Kocası içkiye olan düşkünlüğünden İslâm'dan dönüp hristiyan olduğu halde o dininde sebat etti. Nihâyet kocası hristiyan olarak ölünce tek başına, yardıma muhtaç olarak dul kaldı. Nereye gideceğini, kime sığınacağını düşünüp duruyordu. Çünkü müslümanların sayıları henüz azdı ve malları da yoktu.
Resûlullah, Ümmü Habibe'nin vefakârlığını duymuş, dikkatini celbetmişti. Bu arada Resûlullah, çevre devlet başkanlarına elçiler gönderip onları müslüman olmaya davet ediyordu. Habeşistan kralı Necaşiye de bir mektup gönderdi. Kral mektubu büyük bir saygıyla açıp okudu. Hemen müslüman oldu. Mektubu getiren elçi şöyle dedi:
- Sizin ülkenizde Ümmü Habibe adında bir kadın vardır. Resûlullah onunla evlenmek istiyor. Nikâhını da siz kıyacaksınız. Nikâh kıyıldı. Kral birçok hediyeler ve kıymetli eşya vermişti.
Böyle bir nezaket, Remle'yi sevincinden göklere uçurdu. Buna kim sevinmez ki. Dinine olan bağlılığının karşılığını, kâinatın efendisine eş olmakla elde etti. Bu da saâdetlerin en büyüğü idi.
Kızının Hz. Peygamberle evlendiğini duyan Ebû Süfyan biraz olsun yumuşadı, İslâm'a olan kin ve nefreti zayıflamaya yüz tuttu. Nihâyet Mekke'nin fethi ile birlikte müslüman oldu. Böylece İslâmiyetin yayılması hedef alınmış ve dostluk bağları geliştirilmiş oldu.
Bu evlilikle Hz. Peygamber, İslâm dini uğruna dayanılması güç sıkıntılara katlanan, âilesi tarafından terk edilen bu kadına karşı bir vefa göstermiş ve himayesine almıştı.
-
aysyzgije
12 years ago
- 9 - HZ. CÜVEYRİYE (Radiyallahü Anhüma):
Resûlullah efendimizin dokuzuncu hanımı olan Cüveyriye (r. anhüma) Benî Müstalik gazasında esir alınan kabile reisi Haris'in kızıydı. Kocası öldürülmüş, babası ve kardeşleri de canlarını zor kurtarmışlardı.
Kabile reisinin kızı olma sıfatıyla beraber çok da güzel olduğu için kendisine yüksek fidye biçilmişti.
Taksim sırasında Kays oğlu Sabit'e (diğer bir rivâyete göre şair Hassan'a) düşen Cüveyriye, özgür olmak için, kendi değeri olan parayı toplayacaktı.
Resûlullah efendimizin kapısına gelip, kendisine değeri olan parayı toplamak için yardım isteğinde bulundu.
Ona:
- Ey Allah'ın Resûlü! Ben, Kays oğlu Sabit'in esiri olan Cariye kızı Cüveyriye'yim. Sizden değerimi ödeyip özgür olmak için yardım etmenizi istiyorum.
Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz:
- Sana Sabit'ten hayırlısını bulmamı ister misin?» diye buyurunca, Cüveyriye: «O kimdir?» diye sordu.
Sevgili Peygamberimiz de:
- Senin değerini Sabit'e verdikten sonra, kendime nikâhlarım.» diye buyurduklarında, Cüveyriye buna razı oldu. Resûlullah efendimiz de değerini Sabit'e verdikten sonra Cüveyriye'yi kendisine nikâhladı. Bunun üzerine herkes sevgili Peygamberimizi kendisine örnek alıp esirini azat etti. Sonra da kendilerine nikâhladılar. Bundan sonrasını Hz. Ayşe şöyle anlatmaya devâm etti:
- Ben Cüveyriye'den daha fazla akrabasına iyilik ve yardımda bulunan bir kadına rastlamadım.»
Resûlullah'ın Cüveyriye ile yaptığı evlilik kızını esir zannederek esaretten kurtarmak için Medine'ye gelen babası Haris'in ve kabilenin müslüman olmasına sebep oldu.
-
aysyzgije
12 years ago
- 10- HZ. SAFİYYE (R. Anhüma):
Hz. Safiyye Hayber Prensi'nin kızıdır. Hayber savaşında babası, kardeşi ve kocası öldürülmüş, geri kalan yahudiler esir alınmıştı. Safiye'de bu esirler arasındaydı. Genç ve güzel bir duldu. Harun Peygamberin soyundandı. Sahabe, Safiyye ile müslümanlar aralarında birtakım kırgınlık ve tatsız olaylar çıkacak gibi olmuştu. Çıkması muhtemel olan olayları önlemek için Resûlullah, onu kendisine ayırdı. Önce azad etti, sonra da şu teklifde bulundu:
«İstersen özgür olarak kavmine dönersin. İstersen müslüman olarak bana eş olursun.»
Hz. Safiyye müslüman olup Resûlullah'a eş olmayı tercih etti.
Yahudiler bu evlilik üzerine müslümanlara karşı olan düşmanlıklarını bırakıp dost olmuşlardı.
60 yaşlarında bulunan Hz. Peygamber hem de dışta barış ve huzûru sağlamayı hedef almış ve bunda da başarılı olmuştu.
-
aysyzgije
12 years ago
- 11 - HZ. MEYMUNE (R. Anhüma):
Hz. Meymune iki kocadan dul kalmış 36 yaşında bir kadındı. Resûlullah'ın amcası Abbas (r.a.)'ın baldızıydı. Hz. Meymune, Resûlullah'ın zevcesi olmayı için için arzuladığından Kız kardeşini devreye soktu. O da kocası Abbas'ı araya soktu. Abbas (r.a.) da Resûlullah'a ricada bulununca, Peygamberimiz onunla evlendi.
-
aysyzgije
12 years ago
- 12 - HZ. MÂHİYE (R. Anhüma):
Resûlullah'ın İslâma davet için civar devlet başkanlarına mektup gönderdikleri arasında Mısır valisi Mukavkıs da vardı.
Hristiyan dinine mensup olan Mukavkıs Resûlullah'a tabi olmuş, ona hediye olarak Kız kardeş olan iki cariye göndermişti. Bu iki cariyenin isimleri Mâriye ve Şi'rin idi. Resûlullah Mâriye'yi kendisine ayırdı. Şî'rin'i de Şair Hassan ile evlendirdi. Resûlullah'ın altı çocuğu Hz. Hatice'den yedinci son çocuğu olan İbrahim de bu cariyeden olmuştu.
Allah-u Taâla, Sevde, Ümmü Habibe ve Zeyneb b. Harise dışındakiler çocuk doğurabilecek durumda oldukları halde onlara değil de cariye Hz. Mariye'ye çocuk ihsan etti. Böylece o, ümmü Veled oldu. Bu, onu Resûlullah'ın vefatı ile özgürlüğüne kavuşt urmuyordu.
Bu evlilik efendi-cariye ilişkisine bir yön getirmiş, ümmü veled hususuna açıklık getirmiş ve Mısır'ın kapılarını İslâma açmıştı.
Netice:
1) Resûlullah'ın çok kadınla evlilikleri nefsin arzularına boyun eğilerek ve şahsî menfaat için yapılan evlilikler değildir.
2) O, 53 yaşına kadar tek kadınla yaşamıştır. Demek ki İslâm'da esas, tek kadınla evliliktir.
3) Evlendiği hanımların çoğu korunmaya muhtaç, kimsesiz dullar olduklarından ve siyasî ve kötü câhiliyye âdetlerinin kaldırılması gibi sebeplere dayandığındandır.
4) Resûlullah'ın birden fazla evlenmesinin şahsi çıkar ve şehvetle ilgisi olduğunu söylemek, ilmî gerçeklere, akıl ve mantığa, aykırıdır.
-
aysyzgije
12 years ago
- CENNETTE ÇOK EVLİLİK CENNET NİMETLERİ:
Cennet ve cennet nimetleri dünya standartlarına uymadığı, kıskançlık, kibir gibi kötü duygular bulunmadığı için, çok evlilik dahi orada bir nimettir. Bu nedenle idealin üstünde, sonsuz bir saâdet yurdu olan cennette evliliğin gereği olan cinsel yaşam da muhakkak ki sırf bedensel doyumdan ibaret olmayacaktır.
Cennette cinsel yaşamın nasıl olacağı Kur'an-ı Kerim ve hadislerde anlatılmaktadır. Cennette cinsel yaşamın anlatımına geçmeden önce cennet nimetlerinin ve cennet ehlinin niteliklerine değinelim:
Hz. Ali:
«Rablerine karşı gelmekten bölük bölük götürülürler.» (*) âyetini okuduktan sonra şunları anlattı:
(*) Zümer sûresi. âyet: 73.
«Cennet kapısına vardıklarında, Cennetin ön kısmında bir ağacın bulunduğunu görürler. Ağacın altından da iki su akmaktadır. Kendilerine emir verilmiş olduğundan önce bu sudan içerler. Böylece içlerindeki şey kalmaz. Ondan sonra da ikinci suda yıkanırlar. Belâlarına kir bulaşmaz, her zaman yıkanmış ve taranmış bir halde bulunurlar. Sonra da Cennet'e girerler.
Cennet'in bekçisi onları geldikleri esnada karşılayarak şöyle der:
- Size selâm olsun, temizlendiniz ve artık hiç kirlenmemek ve çıkmamak üzere buraya giriniz. Daha sonra onları hizmetçiler karşılayarak bir efendileri gibi çevresini sararlar. Bunun akabinde Cennet'e girerek:
- Sana müjdeler olsun. Allah sana bunca nimetini verdi, dediler. Hizmetçilerden biri ona ayrılan Hûrilerden birine giderek:
- Müjdeler olsun filânca oğlu filân geldi, der. Hûri de ona:
- Sahi mi? Sen onun kendisini gördün mü? diye sorar. O da:
- Evet gördüm, arkamdan geliyor, der.
Hûri bu haber üzerine yerinde oturamaz ve gelecek adamı kapının eşiğinde beklemeye başlar.
Adam kendisine tahsis edilen eve gittiği etrafa şöyle bir bakar. Kapısının kemerinin inci taşlarından olduğunu hemen fark eder. Üzeri kırmızı, beyaz, yeşil ve türlü renklerden işlenmiştir. Evinin damına bakınca bir de ne görsün? O da âdeta şimşek gibi parlıyor. Allah, eğer onun gözlerinin görme kuvvetini takviye etmemiş olsaydı, o parlaklık ve alıcı renklere gözleri dayanamaz, kör olurdu. Başını sağa sola çevirip bakınca, Hûrilerden eşler, işlenmiş kapılar, sıra sıra dizilmiş koltuklarla, gâyet güzel döşenmiş minderler görür ve onlara yaslanarak şöyle der:
- Beni bu nimetlere kavuşturan Allah'a hamdolsun.
Daha sonra bir münadi şöyle nida eder:
- Şimdiden sonra hayat var ölüm yok, oturmak var, göç etmek yok. Sağlık ve sıhhatli olmak var, hastalık yoktur.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S) buyuruyor ki:. «Size Cennet köşkler inden bahsedeyim mi? Cennet'in her biri içinde çeşitli cevherlerden yapılmış öyle köşkler vardır ki, onların içi dışından, dışı da içinden görülebilecek derecede parlaktır. Orada gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, akla hayâle gelmeyen ve sığmayan nimetler, lezzetler, sevinç ve zevkler vardır.
O nimetler, selâmı açıklayan, yemek yediren, devamlı oruç tutan ve insanların uykuya daldığı esnada namaza kalkan ve namaz kılan kimseler içindir. Benim ümmetim bu güçlüğe dayanabilir. Ben size bunların nasıl olacağını haber vereyim. Birbirleriyle karşılaşan müslümanlar birbirine selâm verdikleri zaman, selâmı ifşa etmiş olurlar. Âile fertlerini doyuran (nafakalarını temin eden) da yemek yedirmiş olur. Ramazan ayında ve diğer aylardan üç gün oruç tutan kimse de devâmlı oruç tutmuş sayılır. İnsanların uyuduğu esnada (gayri müslimler) yatsı ile sabah namazını kılan kimse de bütün geceyi namazla geçirmiş gibi olur.»
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S) buyuruyor ki:
«Şüphesiz Cennet'in duvarları, bir altın kerpiç ile bir gümüş kerpiçtendir. Toprağı za'feran, çamuru da misktir.»
Resûlullah'a:
- Cennet'in toprağı nasıldır? diye sordular.
Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdu:
«Tıpkı bir inci sınıf'un gibi bembeyaz, saf, hâlis misktir.»
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S) buyuruyor ki:
«Cennette bir atlının yüz sene gölgesinde yürünse yine sonuna varamayacağı ağaçlar vardır.» dilerseniz;
«Yaygın bir gölge altında.» (*) âyetini okuyuverin.»
Cerir b, Abdullah anlatıyor ki:
«Sabah adı verilen bir yerde konakladığımızda ağacın gölgesinde yatıp uyumuş bir halde olan bir adam gördük. Fakat güneş üzerine vuracak, gölgesi bitmek üzereydi. Kölenin birine dedim ki:
- Şu sahtiyanı al da şu adama gölge et.
Köle de dediğimi yaptı. Adam uyanıp kalktı bir de ne göreyim? Uyuyan adam Selmân-ı Farisi değilmi?
(*) Vakı'a sûresi, âyet: 30.
Hemen onun yanına giderek selâm verdim. O bana şöyle dedi:
- Ya Cerir, Allah için tevazu sahibi ol, çünkü Allah, hayatında Allah için alçak gönüllü olan kimsenin derecesini, kıyamet gününde yüksek yapar.
Konuşmasına şöyle devâm ederek bana:
- Kıyametin zulmet ve karanlıkları nelerdir? Biliyor musun? diye sordu. Ben de:
- Hayır, bilmiyorum, dedim. O sonra şöyle dedi:
- İnsanların dünyada iken birbirlerine olan zulmetleridir.
Yerden küçük bir çöp alan Selmân-ı Farisi bana dönerek:
- Ya Cerir, Cennette böyle bir çöp aramış olsan bile bulamazsın. Ben sordum ki:
- Cennetin ağaçlarına ne oldu? Selmân dedi ki:
- Onların kökleri ile dalları altın ve incidendir. Meyveleri de tepelerindedir. Sevgili Peygamberimiz (S.A.S) buyuruyor ki:
«Cennete giren kimse, nimetlere nail olur, darlık görmez, elbiseleri eskimediği gibi ihtiyarlamaz da. Cennete gözlerin görmeyip kulakların duymadığı insanın aklına hayâline gelmeyen nimetler vardır.»
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S) buyuruyor ki:
«İlk defa Cennete girecek olan kimselerin yüzleri tıpkı ayın ondördü gibi parlar. Orada tükürüp sümkürmedikleri gibi, kaza-i hacette yapmazlar. Onların kapkacakları altın ve gümüşten yapılmıştır. Onların terleri misktir. Her birinin iki tane zevcesi vardır. Onlar öyle güzel ve o derece parlaktırlar ki, dışarıdan baktığın zaman derilerinden kemiklerindeki ilikleri bile görürsün. Aralarında herhangi bir hususda düşmanlık ve ihtilâf yoktur. Kalpleri bir tek kalb gibidir, sabah, akşam Allah'ı tesbih etmektedirler. (*)
Yine Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
«Cennetliklerin (ikâmet ettikleri) çadır, içi boş bir incidir. Yüksekliği de altmış mil kadardır. O çadırın her köşesinde başkalarının göremeyeceği ve kendisine ait olan bir zevceleri vardır.» (**)
Resûlullah (S.A.V.):
«Değerli döşekler üzerindedirler.» (***) âyetinin tefsirinde şöyle buyurdu:
«(O) döşeklerin arası yer ile gök arasına, eşittir.»
Resûlullah'ın azatlı kölelerinden olan Sevbân anlatıyor ki:
«Resûlullah'ın karşı tarafında ayakta dikilmekteydim. Yahudilerin bilginlerinden biri geldi ve Resûlullah'a çeşitli konularda sorular sordu. En sonunda Resûlüllah ile Yahudi bilgini arasında şu konuşma geçti. Yahudi:
- İlk önce Sırat köprüsünden kimler geçecektir?
Resûlullah:
«Muhacirlerin fakirlerinden olanlar.»
(*) İbn-i Mace, K. Zühd. Bab: 39.
(**) İbn-i Kesir, c: 3. S: 425.
(***) Vakı'a Sûresi, âyet: 34.
Yahudi:
- Onlara ilk önce hangi yemek ikram edilecek?
Resûlullah:
«Havyar.»
Yahudi:
- Ondan sonra hangi yemekler verilecek?
Resûlullah:
«Cennet'in çevresinde beslenmekte olan semiz danalar, onlar için kesilecektir.»
Yahudi:
- Onların içeceği nedir?
Resûlullah:
«Onlar, içecek olarak selsebil adındaki kaynaktan içecekler.»
Yahudi:
- Söylediklerin hakikat en doğrudur.
Erkam oğlu Zeyd anlatıyor ki:
«Bir Yahudi Resûlullah'a geldi ve:
- Ya Eba'l-Kasım, Cennet ehlinin neler içtiklerini zannediyorsunuz? diye sordu.
Resûlullah da:
«Şâyet bunu kabullenirse ben bunu mağlûp ederim.» buyurdu ve sonra da şunları söyledi:
«Evet, nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, Cennet ehlinden olanların her birine yemek, içmek ve münâsebette bulunmak hususunda yüz kişinin kuvvetine denk kuvvet verilir. Yer içer ve cima ederler.»
Yahudi sordu ki:
- Yiyen içen kimse kaza-i hacet ihtiyacını duymaz mı?
Peygamberimiz (S.A.V.):
«Onların bedenlerinden çıkan misk gibi kokular onların kaza-i hacet ihtiyacını karşılar. Mideleri de, böylece temizlenmiş olur.» diye buyurdu.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S) buyuruyor ki:
«Cennet ehlinden bir erkek, beşyüz Hûri dört yüz bin kız ve sekiz bin tane de dul ile evlenir. Onların her biriyle eğlenmesi ve geçirde zaman, dünyada geçirdiği hayatı kadardır.»
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S) buyuruyor ki:
«Cennette türlü çeşit çarşılar mevcuttur. Ancak orada almak, satmak yoktur. Bazı güzel sûretler bulunur. Herhangi bir erkek sûreti beğenip içeriye girer. Girdiği yer Hûrilerin toplandıkları bir yerdir. Onlar (içeriye girene) söyle derler:
«Biz ebedî olarak burada bitmez tükenmez nimetler içindeyiz. Biz asla sıkıntı görmeyiz, bilâkis razı olan kimselerdeniz, bizim küsmemiz, darılmamız yoktur. Bizim ait olduğumuz kimseye müjdeler olsun.» (2)
(2) İbn-i Kesir, c: 4. s: 251.
« (Ey Muhammed!) iman edip iyi ameller işleyenleri altlarından ırmaklar akan (her türlü meyvalarla süslenmiş) cennetlerle müjdele. Kendilerine ne zaman onlardan bir meyva rızık olarak yedirilse (her defasında) «Bu daha önce (dünyada) yediğimiz şeydir.» diyecekler ve o rızık (dünyadakine) benzer olarak kendilerine sunulacak. Onlar için orada tertemiz zevceler vardır. Ve onlar orada ebediyen kalacaklardır.»
(Bakara sûresi, âyet: 25)
«(Naim cennetlerinde, cennetliklerin) yanlarında bakışlarını kocalarına hasretmiş iri gözlü hanımlar vardır.»
(Saffât sûresi, âyet: 48)
«O cennetlerde gözlerini kocalarından başkasına çevirmeyen hanımlar vardır ki, bu kocalarından önce kendilerine ne bir insan dokunmuştur, ne de bir cin.»
(Rahman sûresi, âyet: 56)
«Sanki o hanımlar (saflık ve beyazlıkta birer) yakut ve mercandırlar.»
(Rahman sûresi, âyet: 57)
«Cennetlerin hepsinde huyları iyi olan güzel yüzlü hanımlar vardır.»
(Rahman sûresi, âyet: 70)
«Çadırlarda (kocalarına hasredilmiş) hûriler vardır.»
(Rahman sûresi, âyet: 72)
«Onlar (Cennetlikler) için, iri gözlü, gün görmemiş, inci emsali hûriler de var,»
(Vakıa sûresi, âyet: 22,23)
«Gerçekten biz (dünyada kocalmış olarak ölen kadınları gençleştirip cennette) onları yepyeni bir yaratılışda yaratmışızdır. Böylece onları hep bakir kızlar, kocalarına eşit yaşıtlar yaptık.»
(Vakı'a sûresi, âyet: 35-37)
-
aysyzgije
12 years ago
- HADİSLERDE CENNET KADINLARININ VASIFLARI
Peygamberimiz (S.A.V.) buyuruyor ki :
«Bir sabah veya bir akşam vakti, de olsa, Allah rızası için çalışıp O'nun yolunda olmak, dünya ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır. Sizden birinizin Cennetteki sahip olduğu bir ok boyu veya ayak basacak kadar bir yer, dünyadan ve dünyadaki şeylerden daha hayırlıdır. Eğer Cennet'in kadınlarından biri dünyaya çıkmış olsaydı, doğu ve batı arasında kalan her yer ışıldar, ve (ortalık misk) kokusu dolardı. Cennet kadınlarının birinin baş örtüşü bile dünyadan ve içindeki şeylerden daha hayırlıdır.»
Resûlullah (S.A.V.):
«O hanımlar (saflık ve beyazlıkta) sanki birer yakut ve mercandırlar.» âyetinîn tefsirinde şöyle buyurdu:
«Hanımı peçesine sarınmış olduğu halde efendisi, ona aynadan daha berrak bir şekilde görülecek gibi yüzüne bakar. Ondaki en adi inci, bütün dünyada ışık verecek kadar parlaklıktadır. Hanımı yetmiş takım elbise giymiş olmasına rağmen, bakışı onu elbiselerin altından ta baldırında bulunan iliğe nüfuz edinceye kadar görür.»
Peygamberimiz (S.A.V.) :
«Dikkatli olun. Cennete hazırlanan yok mu? Şüphesiz Cennette tehlike namına bir şey yoktur. Kâ'benin Rabbine yemin olsun ki, o bir nûrdur ve çevreye yayılan bir kokudur. Onun binaları sağlamdır, nehirleri kesilmeden akar. Orası olmuş ve bol meyvelerin yeridir . Orada çok güzel hanımlar vardır. Onlar her zaman neşeli bir haldedirler. Nimetleri sonsuz ve devâmlıdır.» diye buyurdular.
Ashâb dediler ki:
- Biz ona hazır vaziyetteyiz.
Peygamberimiz (S.A.V.) şöyle buyurdu:
« İnşallah, deyiniz.»
(İhya, İmam-ı Gazali)
Peygamberimiz (S.A.V.) buyuruyor ki:
« Cennetliklerin en alt derecelisinin seksen bin hizmetçisi ve yetmiş iki hanımı olacaktır. Ona San'a ile Cabiye mıntıkaları arasını dolduracak büyüklükte bir çadır kurulacaktır. Bu çadırda inci, yakut ve zebercedden olacaktır.»
Cennetlik Dünya Kadınları Hûrilerden Üstün Olacaktır:
Cennet kadınlarının çoğunluğunu, cennetlik erkekler için özel olarka yaratılmış kadınlar teşkil edecektir. Ancak dünya kadınlarından cennete girecek olanlar ibâdetleri sebebiyle cennet hûrilerinden daha üstün olacaktır.
Bu hususta Resûlullah buyurmaktadır:
«Beni hak (kitap olan Kur'an) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki cennetliklerin eşlerini ve evlerini tanıdıkları kadar, sizler eşlerinizi ve evlerinizi tanıyor değilsiniz. Cennete gireceklerin her biri, Allah'ın kendisi için yarattığı yetmiş iki zevce ile cinsî münasebette bulunacağı gibi imanları ve amelleri sebebiyle cennete girmiş dünya kadınlarından olan iki eşi ile de cinsî münâsebette bulunacaktır. Ne var ki dünya hayatında Allah'a ibâdet etmeleri sebebiyle bu iki eş Allah'ın yarattığı diğer eşlerden (Hûrilerden) üstündür...
Cennetlik kişi yakuttan yapılmış bir odada, üzerinde yetmiş çift ipek örtü ulunanı inci ile süslü altından yapılmış karyolada bu iki eşinden birine yaklaşır. Elini eşinin iki omuzu arasına, sırtına koyar. Kadının göğsü tarafından onun elbisesi, teni ve eti, arkasındaki eline bakar. O, sizden birinizin, saydamlığı sebebiyle yakutun iki orta deliğinden geçirdiği ipe baktığı gibi, eşinin bacak iliğine bakar. Kendi ciğeri eşine, eşinin ciğeri de kendisine ayna olur. Kişi, bu eşi yanında iken, ne o eşinden ne de eşi kendisinden bıkkınlık duyar. Her yaklaşmasında ise eşini bâkire bulur. Böyleyken cinsel organı sönmez. Eşinin cinsel organı da sızı duymaz, ikisi için de meni getirme yoktur. İlişkileri sürerken kişi birden şöyle bir uyarı alır: «Senin ve eşinin ilişkiden usanmayacağınızı biliyoruz. Ancak senin bundan başka eşlerin de vardır.»
Kişi, bu uyarıdan sonra (o eşinin yanından) ayrılıp çıkar. Tek tek (diğer) zevceleri ile cinsî münasebette bulunur. Her birinin yanına geldiğinde yanına geldiği eşi şöyle der: «Cennette senden güzel hiç bir varlık yoktur. Cennette benim için senden daha sevgili bir kimse yoktur.» (İbn-i Kesir, c: 4, s: 292) .
Cennette Kıskançlık Yoktur:
Kıskançlık duygusu dünya kadınlarına mahsustur. Bu duygu hûrilerde yoktur. Cennete girmeye hak kazanan dünya kadınları, kocalarını cennet hûriyle paylaşmak zorunda kalacaklar. Buna rağmen dünyada olduğu gibi kıskançlık duygusuna kapılmayacaklar. Bir defa cennete giren herkes tüm kötü duygulardan arınmış olarak girecektir. İkinci sebep de dünya kadınları daha üstün olacağından, daha çok sevileceklerinden ve hûrilere karşın kraliçelik makamında olacaklarından kıskançlık duymayacaklardır.
Cennette Cinsel Hayat :
Cennetliklerin cennette dünya zenginliği ve refahıyla kıyaslanmayacak idealin üstünde ebedi bir hayat yaşayacaklarını, dolayısıyla da dünyada olduğu gibi bedensel boşalmadan tek düze olmayacağını belirtmiştik. Âyet ve hadislerde anlatılan cennetteki cinsel yaşamı tasavvur etmek mümkün değildir. Bu, cinsel münâsebette bulunmayan bir kimsenin, onun verdiği zevkten bahsetmesine benzer. Hele cennetteki cinsel hayatın dünyadaki ile kıyaslanmayacak bir düzeyde olduğu düşünülürse...
Bir iki hadisle bu hususu kapatalım.
Ebu Hüreyre (r.a.) bir gün Resûlullah (S.A.V.)'a:
- Ey Allah'ın Resûlü!.. Cennette kadınlarımızla cinsel ilişkide bulunacak mıyız? Diye sordu,
Resûlullah (S.A.V.):
«(Evet), mümin bir günde yüz bâkire ile cinsel ilişkide bulunacaktır.» (İbn-i Kesir, c: 3, s: 434)
Bu hadis cennetteki cinsel hayatın ne denli geniş boyutta olduğunu bize göstermektedir.
Şimdi akıllara şöyle bir soru gelebilir: Nasıl olur da kişi bu kadar çok cinsel ilişkide bulunabilir?
Daha önce de ifâde ettiğimiz gibi cennet nimetleri tasavvuru imkânsız çok değişik, hayat ve çevre şarttan ile güzelliklere sahip kılınmış tabiî olarak da cennetlikler de bu ortam ve şartlara uyacak standartta yepyeni bir yaratılışta yaratılmış olacaklardır.
Şimdi şu hadisi şerîfle cevabınım verelim:
Enes b. Mâlik (r. a.) anlatıyor:
Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
«Cennet t e mümine şöyle şöyle cinsî münâsebet kuvvet i ver ilecekt ir
Ashâb sor du:
- Ey Allah'ın Resûlü! (Müminin) bu kadarına gücü yetecek mi?
Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
«(Evet, çünkü) ona yüz erkek kuvveti verilecektir.» (Sahih-i Tirmizî, Hn: 2539)
-
andrey
12 years ago
- turkmence yazyp bolanokmy aysyz gije
-
imperator1
12 years ago
- gaty gowy zatlar yazypsyn kop sag bol awtor
-
imperator1
12 years ago
- dawut pygamberin has kop ayaly bolupdyr diyip yazylyar
-
turkmenntug
12 years ago
- menem sorap gördüm ,bolanok eken ANDREÝ dost :D
-
Gulyalakjan
12 years ago
- Gaty gowy zatlar.
-
Jemka91
12 years ago
- Minnetdar,
-
Jemka91
12 years ago
- Dinimizde daýy_daýza tarapyna gyz bermek ya almak nähilikä? Rugsat edilýärmi?
aysyzgije 12 years ago- BiRDEN ÇOK EVLENMEK (TAADDÜD-i ZEVCAT)
Bir kaç kadınla evlenip nikâhı altında bulundurmaya Taaddüd-i zevcat denir. Bu hususta izaha geçmeden evvel şu suallerin sorulmasında fayda vardır.
1 - İnsan fıtratı ve hayatın gerçekleri bazen birden fazla kadınla ilişki kurmayı gerekli kılan ferdi ve sosyal zaruretler ortaya çıkarmaktadır. Tecrübe verilerinin tespit ettiği sonuç nasıldır?
2 - Çeşitli sebeplerle kurulması zaruri olacak bu münâsebeti:
a) Hukuki ve ahlâkî olan, sürekli vazifeler ve haklar doğuran, ferdi ve sosyal yaraları büyük olan evlilik yoluyla mı sağlanmalıdır?
b) Yoksa pek çok ferdî, âilevî ve içtimaî zararlar doğuran, gayri hukukî ve ahlâkî olan ve özellikle kadınlık camiasını mâğdur eden zina yoluyla mı gerçekleştirmelidir?
Bir erkek aralarında adâleti sağlamak şartıyla aynı anda dört kadını nikâh altında bulundurabilir. Dinimiz bunu câiz görmüştür. Aralarında adâleti sağlıyamayacağını bilen kişinin dörde kadar olan çok evlilik yapması haram olduğu gibi dörtten fazla kadınla evlenmek de haram kılınmıştır.
Ulu Allah buyuruyor ki:
«Eğer yetim kızların haklarını (kendileriyle evlendiğinizde) gözetemeyeceğinizden korkarsanız, hoşunuza giden kadınlardan, iki, üç veya dört tanesiyle nikâhlanın. Ama bunlar arasında eşit muamele yapmamaktan korkarsanız bir tanesini seçin veya cariyelerinizle yetinin. Bir zevce veya cariyelerinizle yetinmeniz, adaletten ayrılmamanıza daha uygundur.»
(Nisâ sûresi, âyet: 3)
islâmdan önceki câhiliye devrinde erkeklerin alacağı kadınların sayısı sınırlı değildir. Bir erkeğin on beş hattâ daha fazla karısı olurdu. Malına sahip olmak üzere zengin ve yetim kızlarla evlenmeyi fırsat bilirlerdi. Câhiliyyet devri erkeği için kadın, bir maldan farksızdı. Hiç bir değeri yoktu. Söz ve hak sahibi değildi. Bütün yetki ve irâde erkeğindi. Kadınların bu arada yetim kızların hakları çiğnenirdi. Sosyal ve insanî değerlerine saygı duyulmazdı.
Bu âyetin gelişi İle ellerinde dörtten fazla kadın olan müslümanlar dört tanesinin haricinde kalan fazla karılarını derhal boşadılar.
Ashabdan İbn Geylân Hz.'lerinin on bir tane karısı vardı. Müslümanlığı kabul etliği
zaman Resûlullah kendisine:
- Ya Geylân karılarından dört tanesini seç, geriye kalanlarını boşa, buyurdu.
İbn Geylân'da Resûlullah'ın emirlerini tutmuş ve fazla olan karılarını boşamıştır. islâm görüldüğü gibi câhiliyye devrinde sayıları sınırsız olacak şekilde kadın almak âdetine sınır koymuş, en fazla dört taneye müsaade etmiştir. Bunlar arasında da yapılması gereken bir takım şartlar ileri sürmüştür.
Karıları arasında âdil davranmayan bir müslümanın bir kadından fazla alınmasına
izin verilmemiştir.
Esas olan, tek kadınla evliliktir.
Eğer hayati bir mecburiyet olursa ve erkek kadınlar arasında her bakımdan eşitliğe
riâyet edecek olursa bu durumda iki, üç veya dört tane almasına izin verilmiştir. Erkek olsun veya kadın olsun bu hususta bir zorluk veya mecbur iyetle karşılaşmaz. Lüzumu halinde bundan faydalanma müsaadesi verilen erkek isterse bir kadınla yetinir. Kadın da lüzumunda evli erkekle evlenmeye razı olur, istemezse hiç bir kadın evli bir erkekle evlenmeye zorlanamaz.
Şu hususda unut ulmamalıdır ki, karısını üzmemek için ikinciye evlenmekten vazgeçen erkek Allah'ın indinde mükâfat kazanır. Zaten zamanımızda bir kadınla yetinmek mecburiyet haline gelmiştir. Aralarında adâleti temin edemeyecek kimselerin birden fazla evlenmeler. Allah indinde sorumlu olmalarını gerektirir.
Birden fazla evlenmenin faydaları yok değildir. Ancak zamanımızda zararlarının faydalarından çok olduğu görülmektedir.
Kıskançlık kadınların yaradılışında vardır. Bu sebeple aralarında geçimsizliğin olmaması çok nadirdir. Bu durumda erkeğin kadınlar arasında adâletle eğitliğe riâyet
edip aralarını bulmaya çalışması, aralarında birliği temin etmesi ve âilede
yardımlaşmayı sağlaması bir yerde imkânsız hale gelir.
Ulu Allah buyuruyor ki:
«Kadınlar arasında ne kadar adâletli davranmaya çalışsanız, imkânı yok eşitlik yapamazsınız. Fakat onlardan birine tamamen gönül verip ötekini askıdaymış gibi bırakmayın. İşleri düzeltip ve haksızlıktan sakınırsanız bilin ki Allah şüphesiz çok bağışlar ve çok merhamet eder».
(Nisâ sûresi, âyet: 129)
Eğer bir erkek birden fazla kadınla evlenirse, karılarından birini ikinci plana atar, yatağını ayırır nafakasını tam temin etmez veya ondan yüz çevirirse ve o kadın da bundan endişe ederse, bu hususta biraz sabırlı olmalı ve bu hususta erkeğin adâletli davranmasını ve aralarının düzelmesini temin için yakınlarından birini delil tutmalıdır. Eğer erkek böyle yapmaz da kocasına karşı sertçe davranışlar içine girer, diliyle devamlı kocasını sokar ve böylece erkeğini kızdırırsa bu fayda yerine zarar getirir ve âile yuvasının yıkılmasına sebep olur.
Ulu Allah buyuruyor ki:
«Eğer kadın kocasının geçimsizliğinden veya aldırışsızlığından endişe ederse, kendi aralarında anlaşmaya çalışmalarında bir engel yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa meyyâldir. Fakat arayı düzeltip iyi geçinir ve haksızlıktan sakınırsanız, şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.»
(Nisâ sûresi, âyet: 128)